20 Eylül 2008 Cumartesi

Matbaa Makinesinin Çarkları

Hoşgeldin!

Üstelik tekrar da değil, ilk defa gidiyordum .Gittiğimde, hoşgeldin dediler işte. Sesimi çıkarmadım. Çıkaramazsın... Çıkarsan bile duyulmaz, çünkü çok kalabalıktır.

Gittiğim yer hayallerimi süsleyen; O gothic yapıyla inşaa edilerek, grotesk motiflerle süslenen eski kalelerin kabul salonlarına hiç ama hiç benzemiyordu. Düşlerken, duyar gibi olduğum mezarlık kokusunun zerresi bile yoktu. Burada,yaşadığım şehrin en ünlü mekanından bahsediyoruz. Ve bu mekanın içindeki bir mağazadan. Elbette o kokuyu alamazsın.

İçerisi tıklım tıklım, tüketicilerle (Benim gibi) dolu. İnsanı içeride tutmaya yetecek kadar güzel elbise var ve cehennem sıcağını uzakta tutmak için klimalar... Kokusu ise insanı rahatlatıp, bir hafta boyunca aç bırakılan bir domuz gibi gördüğü herşeye saldırmasını sağlayacak kadar etkileyici.

Yönetici daha önceden beni işe almak istediğini kendi ağzıyla söylemişti zaten. Koca bir makinenin içindeki en büyük çark. En azından kendi makinesinin içindeki en büyük çark diyebilirim. İlk gittiğimde onu göremesem de, ondan biraz küçük olan bir çarkla karşılaştım. Aslında, güzel sayılan bir kadındı. Yine de benim ilgimi çekmemişti. Ağzını açar açmaz, bir felaket meleği olduğunu farkettim.

'İşe gireceğim.' dediğim zaman, bana bakıp; 'Dosyaların hazır değil mi?' Dedi. Diğerlerinde olduğu gibi yüzünde hakir gören bir ifade yoktu en azında. 'Hazır... X Beyle görüşmüştüm.Dün akşam..' Diye cevapladıktan sonra garipsediğim bir cevap aldım. 'X bey sana yarın gelmemeni söyledi?' Diye söyledi sorarcasına, elbette cevabım hazırdı. Verdim... X Bey'i kafalamıştım, üstelik iki çalışan tarafından tavsiye edilmiştim! Benden iyisini mi bulacaktı?

'O halde X bey'i bir arayalım.Ah kendisi de geldi..' Dedikten sonra çekildi. Neden bu kadar sorun yapmıştı ki beni? Sanırım onu öldürmem gerekecek... Umarım öyle olmaz.

X Bey'le yapılan görüşmenin ardından, gereken her evrak ve daha fazlası hazırlanıp, nefis bir yemekmişçesine önüme sunuldu. Fakat tuzu biraz fazlaydı itiraf etmem gerekir. Çok fazla şeyi imzaladım, istifa dilekçemi bile tarihsiz olarak imzalatmışlardı. Üstelik alacağım yoktur diye de not düşürdüler. İstedikleri an atarlar, sorgusuz sualsiz. İmzalamıştım...

"Bedenimi, X Firmasının Y koluna kiralıyorum." şeklinde bir dilekçeyi verip, çıktım. Küçük bir çark olarak, Amerikan rüyasının içine girmek için. Faust'un Mephisto ile yaptığına benzeyen ve kanıyla imzaladığı sözleşmenin bir benzerinide ben imzaladım.

Neden sonra, arkadaşımın yanına doğru yol alırken, boş arazilere modern kaleler dikmek için çalışan işçilere bakıp, "Sadece ben değil,herkes bedenini kiralıyor. Bir işçi, bir manken, bir hayat kadını... Hiç birinin benden ya da birbirinden farkı yok." Diye düşündüm ve haklıydım. Ruhun senin olduğu sürece, bir problem olmaz. Eski Türk fimi replikleri gibi; "Bedenimi satın alabilirsin ama ruhumu asla!"

İşte böyle, bir inşaat işçisinin hayatı kadar zor olmasa da zor sayılır. Sana güzel bir maaş veriyorlar ve bedenini bir portakal makinesine sıkıştırıp posanı çıkarıp bir bardağa dolduruyor; insanlara satıyorlar. Ama yapılamayacak bir işde değil hani. Temiz bir yerde çalışacak, insanlarla ilgilenecek, çirkin gülümsememi güzelleştirip insanlara istediğini vereceğim. Hepsinden iyisi, yemek aralarında aldığım kartla güzel yemekler yiyeceğim. Fast food... Amerikan rüyasının uyuşturucularından birisi de bu işte...

Peki ne için? Bütün bunlar yani, bedenini kiralaman, insanların her istediğine tamam demen, en yakın arkadaşına "Z Bey" diye hitap etmen. Ne için? Yanıtı biliyorsunuz,söylememe gerek yok. Yine de, yazının devamı için ismini vermem gerek. Biz para diyoruz, fakirler küfrediyor, zenginler dilerse şaziye diyebiliyorlar.

Para önemli, bugüne kadar huzurum olsun diye düşündüğünüz olmuştur herhalde. Küçük isteklerle yaşayan insanlar olabilirsiniz. Bende öyleydim, fakat kalacak bir yeriniz olmayıpta, tanıdığınız insanların yanında kalınca ve arkadaşınız sabah 8'de işe giderken sizde onunla beraber evden çıkıp, tekrar eve dönene kadar boş boş dolaşıp, gidecek bir yeriniz olmadığını kendinize söylediğiniz zaman, paranın huzura neredeyse denk olduğunu farkedebiliyorsunuz.

Bu yazılardan para ya da hayatını kazanmayan bir yazar olarak, kendime sizin merak edeceğiniz şu soruyu soruyorum. Neden yazıyorum?..

Cevabım basit ve gerçek; Takdir edilmek için. Takdir edersiniz ki, herkes takdir edilmeyi ister. Öyle değil mi?

Öldürme işine gelince, bir mecaz olduğunu ve bunu yapamayacağımı hepiniz biliyorsunuz. Zıt biriyse eğer, biraz uğraşıp canını sıkacağım o kadar.

1 Eylül 2008 Pazartesi

Yenisi Eskisinden Beter..

Yeni dünyada yaşayınca,
İnsan eskisine imrenir.
Acaba eski dünya,
Yenisinden güzel midir?

Gelen gideni aratır derler,
Bu da öyle birşey işte..
Zaman akıp geçtikçe,
Geride kalanlar hep güzeldir.

Pişmanlık desem değil bu.
Ben o zamanlar yaşamadım.
İnsanlar geçmişi yaşarken,
Ben henüz doğmamıştım.

Sen kir ellerde görünce,
Paradan iğrendin ya.
Biz nankör kalplerde,sahte aşklar görünce,
Aşktan,sevgiden iğrendik..

Öldün diye üzülmedim.
Seni ne kadar sevsemde...
Sende bugünü görseydin,
Eminim üzülmezdin.

Neyzen Tevfik'e saygılar...